Ana Sayfa Arama
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

    Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali 2’nci Gününde Söyleşilerle Devam Etti

    27’nci Uçan Süpürge Film

    27’nci Uçan Süpürge Film Festivali’nin Mersin’de düzenlenen ilk gösterimi, 2’nci gününde. Gün boyunca söyleşiler ve film gösterimleri ile devam eden festival yoğun bir katılım ile sona erdi.

    Uçan Süpürge Vakfı, Kadın Gazeteciler Derneği, Kadından Haber ve Mersin Sinema Ofisi ortaklığında düzenlenen Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nin 2’nci günü yoğun katılımla devam etti. Mersin’li sinemaseverlerin yoğun katılım sağladığı festivalde salon tıklım tıklım dolarken, “Kim Mihri”, “Maşallah”, “Onun Kalesinde”, “Ruj”, “Zarafet ve Şiddet Arasında”, “Dargeçit”, “Eve Dönüş”, “Yaz Tatili”, “Yağmurlar Yağdığı Zaman”, Kara Elmas” gibi pek çok filim gösterime sunuldu.

    ‘Sette Anneysen ve Kadınsan Çok Büyük Sorumluluklar Yükleniyor’

     Festivalin 2’nci günü Prof. Senem Duruel Erkılıç’ın moderatörlüğünü yaptığı ve Yapım Tasarımcısı Natali Yeres’in konuşmacı olduğu “Sinema Sektöründe Kadın İşgücü başlıklı söyleşisi ile başladı. Kadınların sinema sektöründe daha çok sanat alanına yönlendirildiğine işaret etti. Yeres, “Yapımcılar bakıyor, güzel giyiniyorsan ‘hadi seni sanat departmanına alalım’ diyor. Set dediğimiz ortam çok vahşi olabiliyor. Çocuğun, hayvanın, insanın sanki dünyayı kurtarıyormuşçasına göz ardı edildiği bir alan. Biz daha buraları çözemedik.  Birde orda anneysen, kadınsan ve sette çalışıyorsan sana çok büyük sorumluluklar yükleniyor. Bir set çalışanı baba olduğunda benzer beklentiler olmuyor ama kadınlar ya bir süreliğine işinden ayrılabiliyor. Yani anneyse annelik sorumluluğunu yerine getirmelidir, sette çok uzun süre bulunamaz. Buraların çok ilkel kaldığını ve genelde bir set sorunundan bahsedeceksek bunun çok temelden başladığını ve hiyerarşik olarak şekillendiğini görürüz” diye konuştu.  

    ‘Kamerasını Alıp Filim Çeken Kadın Yönetmenler Çoğaldı’

    Hiyerarşinin olması gerektiği durumların ötesinde, bir güç olarak dayatıldığını belirten Yeres, bunun umutsuzluğa yol açtığını dile getirdi. Yeres, internetin yaygınlaşmasıyla beraber sinemada demokratikleşme tartışmalarına da dikkat çekti. Yeres, şöyle konuştu: “Demokratikleşmeyi sağladı mı çok emin değinelim ama artık cep telefonu ile bile filmler çekiliyor. Kamerasını alıp filmini çeken bir çok kadın yönetmenimiz oldu. Böyle bir rahatlığı var ama o dijital mesele çok başka yerlere gidip, çok tehlikeli boyutlara ulaşabiliyor. Kadınlar açısından festivaller, bazı formlar bazı kapılar açtı. O kapıları açan desteklerin hayata geçmesi daha kolaylaştı. Dijitalle bir şey yapıyor olmak hareket alanının genişlettiği için verimimizi daha da arttırdı ve kadın yönetmenleri daha çok duymaya başladık.  Feminist hareketin de daha aktif ve yönlendirici hale gelmesiyle kadın yönetmenlerimiz çoğaldı. Ancak Türkiye’de kadın olarak bir şey yapıyorsanız “rağmen” yapıyorsunuzdur. Bir işte bir erkek ve bir kadın varsa, erkek yönetmen daha iyi yapar gibi bir algı var. Bunu bir mücadele haline dönüşmesi insanın içini sızlatan çok daha bilinçli ve destek olarak ivmeyi yükselteceği bir alan olarak görüyorum”

    ‘Mihri Trajik Değil Hayatını Dolu Dolu Yaşamış Bir Kadının Öyküsü’

    Festivalin birinci seansı “Kim Mihri” filminin gösterimi ve Moderatörlüğünü Ayşenur Önal’ın yaptığı filmin yönetmeni Berna Gençalp ile oyuncusu Feride Çetin’in konuk olduğu söyleşiyle devam etti.

    Osmanlı döneminde ilk çağdaş resim çalışmalarını başlatan kadın ressam Mihri Müşfik’in hikayesini anlatan belgesel filminin çekim sürecine dair konuşan Gençalp, “Çoğu yerde Mihri’den çok olumsuz bir havada bahsediliyordu. Hayatı trajik bir hikayeydi. Ama bana öyle gelmiyordu. Bana göre, hayatını doya doya yaşamış, yeteneğini heba etmemiş bir kadındı” dedi.

    ‘Mihri İle Birlikte Diğer Kadınların Da Anılmasını Umut Ediyoruz’

    Film yapmanın zor bir iş olduğunu söyleyen Gençalp, “Ben Mihri”nin Festival yolculuğu ve aldığı ödüller ile izleyiciye ulaşabildiğini söyledi. “Özel gösterimler ve festival gösterimleriyle 85 milyonluk ülkede 3 bin kişiye ulaşmak çok da bir şey değil ama buna ulaşamayanlarda var” diyen Gençalp, şöyle devam etti: “Bağımsız filimler devlet kanalları gösteriyor mu? Ulusal kanallar gösteriyor mu? Dijital platformlar bazı filmler gösteriyor. Bir etkisinin olabilmesi için bizim daha çok kişiye ulaşıyor olmamız lazım ama ulaşabildiğimiz kadar kişiye ulaşıp onlarda farkındalık yaratmayı da istiyoruz. Ulaştığımız kişilerden de çok olumlu dönütler alıyoruz. Ben bu filmin sadece bir Mihri filmi olmamasına dikkat ettim. Filmde bu araştırmayı yapan akademisyenler, sanatçılar, yapımcılar, bu filmin çok çeşitli noktalarında kadınlar var. Kadınlarla erkeklerin birlikte çalıştıkları ama kilit noktaların çoğunda kadınların olduğu bir film bu. Umut ediyorum ki ilerde ‘ya şu sanat tarihçi de nasıldı, şu kadın da ne güzel araştırmış’ diye diğer kadınların emeklerinin de dahil edilmesini ve filmden çıkarken sadece Mihri ile değil de onunla birlikte diğer herkesin anılmasını isteriz.”

    ‘Filmde Mihri’yi Öğrendik’

    Daha sonra söz alan Feride Çetin, Mihri ile küçük yaşlarında kütüphanelerde tanıştığını dile getirirken, Gazeteci Murat Bardakçı gibi tarihçiler ve gazetecilerin Mihri hakkındaki olumsuz görüşlerine dikkat çekti. “Bakın Mihri gibi olursanız sonunuz korkunç. Kimsesizler mezarlığı sizi bekliyor” gibi söylemlerin yaygın olduğuna işaret eden Çetin, “Mihri hiç de bahsedildiği gibi korkunç, kimsesiz bir kadın değildi. Yonca Ertürk bana filmden bahsedince ‘lütfen beni de yanınıza alın. Kablo falan taşırım’ dedim ve yolculuğumuz başladı. Benim kütüphanede edindiğim bilgi ile çok yetersizdi. Bu filmde yonca bir kazıcılık yaptı. Adım adım Mihri’nin izini sürdüler ve filmde Mihri’yi öğrendik. Başladığımızda tanıdığımız mihri ile canlandırdığımız Mihri bambaşka kişilerdi.

    ‘İster Kahramanlık İster Sıradan Olsun Kadınların Hikayeleri Anlatılmalı’

    Festivalin 2’nci seansı ise moderatörlüğünü Arzu Görgülü ‘nün yaptığı, Yönetmen Ezgi Ay’ın “Maşallah” ve Yönetmen Şirin Bahar Demirel’in “Zarafet ve Şiddet Arasında” filmlerinin söyleşileri ile devam etti.

    Yaşadığı şeyi anlatmak zorunda hissettiğini söyleyen Demirel, kadınların hikayesinin anlatılmadığı için yok olduğunu söyledi. Yok sayılmanın psikolojik ve fiziksel şiddetin temelini oluşturduğunu söyleyen Demirel, “Buna ailemden başlamak istedim. Anneannemin Şiddet gördüğünü, akıl hastanelerinde yattığını hiçbirimiz konuşmuyoruz, yok sayıyorduk. Karşılaştığımız hikayeler beni bu işi yapmaya itti. Kadınların kaybolan hikayelerinin anlatılması gerektiğini düşünüyorum. İster kahramanlık ister sıradan bir hikayesi olsun, kadınların hikayelerinin anlatılması gerektiğini düşünüyorum” diye konuştu.   

    ‘Tabuydu Ama Konuşulması Gerekiyordu’

    Demirel şöyle devam etti: “Anneannemin yaşadığı şiddet kimsenin bahsetmediği, küçük küçük hikayelerin içinde bir cümle ile geçirilen şeylerdi. Neden, nasıl, ne zaman oldu sorularıyla bir hikaye kuramıyordum. Kimse konuşmuyor, sorabileceğim insan yok. Biraz kulaktan dolma bilgiler vardı. Annem de anlatmıyordu çünkü utandığı bir şeydi. Çok tabu bir konuydu ve iyileştirilmesi çok zorluydu. Ben de kendi bulduğum parçalardan kendi hikayemi yaratmayı tercih ettim. Anneannem ve dedem hayatta değildi. Ama konuşmamamız gerektiğinden de emindim. Bence benim için rahatlatan ve anneannemin hikayesini en azından o bulutun içerisinden çıkartıp ‘böyle bir insan vardı’ demek benim için önemliydi.

    ‘Maşallah Gardırobun Önünde Geçen Anın 40 Rengi’

    Ezgi Ay, kadınların evden çıkarken dahi yolda uğrayabileceği pek çok şiddet biçimini düşünerek hayatını şekillendirdiğini vurgulayan Ay, şöyle konuştu: “Aslında bazen paranoya bile yapabiliyoruz ama bu yaşadığımız boyutun başka bir boyutu da aklınla oynuyor olmasıdır. Seni sürekli bir otokontrole itiyor. O ilk laf atmayla birlikte bir ne yapacağını bilememe hali koyalım dedik. Koşarken eteğini kapatmaya çalışırken yanlışlıkla daha çok açması ve kamusal alanda daha az görünür olmaya çalışmasıyla başlıyor. Yani topuklu ayakkabı giymeyeyim, ayakkabımın sesi çıkmasın ve eciş bücüş olma hali ortaya çıkıyor. Son kısımda yer alan “Annemin duası” Amaç o eciş bücüşlükle biraz daha karanlığa inmeyi amaçlıyor. Maşallah gardırobun önünde durduğun bir anı anlatıyor ve o anın 40 rengi var. Hani hep karanlık değil muzip bir tarafı da var üzerinden anlatmaya çalıştık.”

    Söyleşilerin ardından söyleşide konuşan katılımcılara plaket takdim edilirken, film gösterimleri 22.30’a kadar devam etti. Festival Pazar günü de film gösterimleri, söyleşiler ve atölyeler ile devam edecek.