Türk tarihinin ışıklı sayfalarını çevirdiğimizde, karşımıza çıkan ilk güçlü kadın figürlerinden biri Tomris Hatun’dur. M.Ö. 6. yüzyılda Sakalar’ın hükümdarı olan Tomris Hatun; yalnızca bir lider değil, devlet aklı, savaş stratejisi ve cesaretiyle döneminin en etkili hükümdarlarından biridir. Onun ismi, Türk kültüründe kadının “eş” konumda değil, “eşit” konumda olduğunu ispatlayan tarihi bir mühür gibidir.
Tomris Hatun’un kurduğu düzen, Orta Asya Türk topluluklarının kadın-erkek ilişkisine dair önemli ipuçları taşır: Kadınlar yönetimde yer alır, savaşlara katılır, toplumsal karar mekanizmalarında söz sahibi olurdu. Kadın; evde, çadırda ya da sarayda değil, toplumun tam merkezindeydi.
Ancak bu tablo İslamiyet’in kabulüyle değil, özellikle İslamiyet sonrasında Arap kültürünün etkisiyle derin bir kırılma yaşadı.
Arap Kültürü ve Türk Kadınının Geri Çekilişi
Burada ayrımın altını çizmek gerekir: Eleştirilen şey İslamiyet’in kendisi değil; İslamiyet’le birlikte Türk toplumuna sızan, Arap coğrafyasına özgü geleneklerin “din” kisvesiyle Türk kültürünün üzerine örtülmesidir.
Türklerin Müslüman oluşuyla birlikte, Arap toplum yapısının bazı geleneksel ve patriyarkal kodları zamanla Türk dünyasında yaygınlaştı. Oysa İslam’ın temel kaynaklarında kadın–erkek arasındaki adalet, hakkaniyet ve toplumsal denge açıkça desteklenir. Fakat Arap kültüründe kadın kamusal alanın dışına itilmiş, görünmez hale getirilmişti.
Bu kültürel gölge, Türk toplumunda yüzyıllar boyunca çeşitli biçimlerde kendini gösterdi:
• Kadının sosyal hayattan çekilmesi,
• Eğitim hakkının sınırlanması,
• Erkeğin tek taraflı üstünlüğünü meşru göstermek için dinin yanlış yorumlanması,
• Kadının çalışmasının “ayıp” sayılması,
• Aile içinde itaatin tek yönlü hale getirilmesi…
Oysa bu durum, Türk kültürüne de İslam’ın özüne de aykırıydı. Nitekim Arap kültürünün baskınlaştığı dönemlerde, kadının toplumsal görünürlüğü azalmış; Türklerin eski eşitlikçi düzeni zayıflamıştı.
Cumhuriyet: Asıllara Dönüş ve Yeniden Yükseliş
Cumhuriyet devrimleri, Türk kadınının binlerce yıllık tarihindeki “eşitlik ilkesini” yeniden görünür kıldı. Bu süreç aslında bir modernleşme hamlesinden çok, Türk kültürünün özüne dönüş hareketiydi.
Tomris Hatun’un temsil ettiği özgüven ve eşitlik, Cumhuriyet döneminde yeniden vücut buldu:
• Kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı,
• Eğitimde fırsat eşitliği sağlandı,
• Kadın hukuk karşısında birey kimliği kazandı,
• Kamusal ve ekonomik hayata katılım güçlendi.
Bu dönüşüm, Arap kültürel etkisinin yüzyıllar boyunca yarattığı gerilemeyi kırdı; Türk kadını öz kimliğine, eski gücüne yeniden kavuştu.
Bugün: Kültürel Gölgeden Tam Aydınlığa
Bugün hâlâ bazı söylemler, Arap kültürünü “din” diye sunarak kadını sosyal hayattan dışlama girişiminde bulunuyor. Ancak tarihsel gerçek çok açık:
Türk kültürünün özü eşitliğe dayanır;
Tomris Hatun bunun sembolüdür;
Arap kültürünün ataerkil baskısı ise Türk kadınının tarihsel yolculuğuna vurulmuş geçici bir gölgedir.
Türk kadını o gölgeden çıkalı çok oldu. Bugün bilimde, sporda, siyasette, sanatta, teknolojide ve hayatın her alanında attığı adımlar, Tomris Hatun’un savaş meydanındaki kararlılığıyla aynı kökten besleniyor:
Özgürlük, eşitlik ve irade.
Türk kadınının tarihsel yürüyüşü, geleceğe dair umut veren güçlü bir hatırlatmadır:
Bu coğrafyada kadın, hiçbir zaman gölgede kalacak bir varlık değildir.
Tarihi yapanın da, geleceği kuranın da önemli bir parçasıdır.

